|
www.turkiyespot.com web sayfası kontrol panelleleri yardımlaşma forumları ucuz hosting domain kontrol panelleri yardımlaşma forumları
|
Önceki başlık :: Sonraki başlık |
Yazar |
Mesaj |
M.F.E.
Kayıt: 25 Hzr 2008 Mesajlar: 80 Konum: Administrator
|
Tarih: Prş Hzr 26, 2008 8:40 pm Mesaj konusu: Memleket Gazetesi, Haber ve Yayınlara Reddiye l M.F.E. |
|
|
MEMLEKET GAZETESİ, HABER VE YAYINLARA REDDİYE
Muhammed Fatih Ergün
(Konya, 02.01.2005)
ÖNCELİKLİ NOTLAR
1. (Asparagas) haber, Konya’da “yerel statü”de yayın yapan, yayın hayatına yeni atılmış (çiçeği değil) “dikeni burnunda” 28.12.2004 tarihli, Memleket Gazetesi’ne aittir (90. sayı).
2. Haber asparagastır, tarafımdan tenkit edilmiş, çok düzeysiz görülen yerlerde tarafımdan mizâhî ve müstehzî bir üslup kullanılmıştır (Normalde dâimî üslubum bu değildir. Nezâketin gereğine inanırım. Düzeysiz bulduklarıma üslup değiştiririm).
3. Siyah renkli (bold) ve “tırnak içi(ndeki)” yazılar gazeteye, normal fondaki yazılar bana aittir.
HABER ve TENKİDİ
“Bir internet sitesinde “4 hat aynı anda aktif” diyerek insanların Turkcell, Telsim ve Avea’yı aynı anda kullanma gereksinimleri suistimal ediliyor.”
Öncelikle bir kelimenin “nasıl yazılacağını” öğrenmeniz gerekiyor. “suistimal” diye (hatalı olarak) yazdığınız kelime, “Su-i isti’mâl” şeklinde (doğru olarak) yazılır. Halk arasında ve dillerde dolaşan (kulaktan dolma) bir kullanım (qalat-ı meşhur), mazeret ol(a)maz. Hatalı yazılımınız, anlamlı bir kı-saltma niteliğinde de değildir. Dahası, kelimeyi nasıl yazacağını bil(e)meyen bir gazetecinin haberinin doğruluğu ne kadar inandırıcı olur, o da ayrı… “Haberde şişirme” olsun diye, mutlaka ana dilinize ait olmayan kelimeler kullanmak zorunda değilsiniz. Bildiğiniz dildeki kelimelerle de pekâla yalan söyle-yebilirsiniz.
Kelimenin doğrusunu kullanmalı, bilmiyorsanız öğrenmelisiniz. Hatta buna zaman ayırmalısınız, de-rim. Haberi yazan “aceleci” (ve de “yalancı”) gazetecinin (konuyu dağıtmamak için “bu kişiye ne ka-dar gazeteci denir?” sorusunu geçiyorum) birikimi buna müsait değilse, gazeteye yetenekli bir “Ede-biyat (ve İmlâ) Danışmanı” bulabilir, bu kişiyi ücretle istihdâm edebilir, bütçeniz buna müsait değilse size meccânen hizmet vermesini ricâ edebilirsiniz. Tutacağınız bu “Edebiyat (ve İmlâ) Danışmanı” arkadaş, yazılarınızı redakte eder, düzenler. Metin, içerik ve usuldeki zaafiyetleriniz sırıtsa bile, hiç olmazsa edebiyat ve imlâ bakımından yeteneksizliklerinizi gizlemiş olursunuz. Size bir tiyo vereyim: “Edebiyat (ve İmlâ) Danışmanı”nızın olduğunu gazete jeneriğine eklemezseniz hiç kimse sizin bu konudaki yetersizliğinizi örtmek için “Edebiyat (ve İmlâ) Danışmanı” tuttuğunuzu da bilemez. “Edebiyat (ve İmlâ) Danışmanı” bulamazsanız (veya tutamazsanız), geçici olarak (ta olsa) yayına ara vere-bilirsiniz, bir süre. (Hatta böyle yaparsanız, yayına ara verdiğiniz süre kadar insanlar da “yalan haberler” türündeki şerrinizden (geçici bir süreyle de olsa) korunmuş olur. Bu tavsiyeme kulak vermezseniz –ki ben de bundan korkuyorum-, gülünç durumlarla karşılaşmak her zaman sizler için söz konusu olacaktır. Benden söylemesi. Siz bilirsiniz.
Kelimenin literal tahlili bir yana… “Su-i isti’mâl”e konu bir durum olduğunu da nereden keşfettiniz? Bir müşterinin mâhiyetini tam anlayamadığı ve desteğimize muhtaç durumda olduğunu kendisinin de ikrar ettiği bir konudaki beyânlarından mı? Yoksa isimlerini bana telefonda söylediğiniz, ne beşeri ne de ilâhi hukuk sisteminde şahitliklerinin kabul edilmemesi arızası ile ma’lül silik şahsiyetlerin aley-himdeki iftirâlarından mı? Yoksa konu hakkında hiçbir teknik bilginiz, birikiminiz ve kapasiteniz olmadığı halde rü’yaya yatarak mı? Bence bunların hiç biri… Sizin de şifrenizi çözdüm: Yeni yayın hayatına girmiş bir gazetesiniz. 90. sayısına denk geliyor, benim hakkımda yaptığınız haberin yayın-landığı sayı. Malzemeniz yok. Belki barutlarınızın “kaç atımlık” olduğunu bilmeden yola koyuldu-nuz. Haber yapıp gazete sayfalarını doldurmak, bununla da şöhret olup gazetenizi okutmak istiyorsu-nuz. Halk arasında ve ticâri platformda tanınmış ve (batıl hesaplarınıza göre) prim yapacağını sandığınız kişilerin sırtına basarak geçinmek te işinize geliyor. Sebep bu olmalı, bence (Her ne kadar proje muhaliflerinin ve rekabete aday şirketlerin sizi satın almış olmaları da ihtimal dahilinde değer-lendirilebilir bir arka plân olasılığı olarak gözükse de, muhaliflerimizin ve rekabete aday şirketlerin konumunu bildiğim için sizleri ve “dikeni burnunda” üç aylık mazisi olan yerel bir gazeteyi araç ola-rak kullanacaklarını sanmıyorum).
Sizin gibileri biz, sizin bu meslekle hiç ilginizin olmadığı gençlik yıllarımızda çok gördük. Ve gücü-müz yettiğince kendilerine “haddini bildirdik”, “hesap sorduk”. Yaptıkları kendilerine zilletten başka bir şey getirmedi (Zonguldak’ta, 1989’lu yıllarda, Kemal Sönmez adında, şimdilerde ise aynı ilin Asrî Mezarlığı’nda müteveffâ eski bir gazetecinin “İnanış” adlı yerel gazetesinde, bizi gazetesine yazı malzemesi olarak kullanmak istemesi sonrasındaki geri adımlarını şu an sağ olan eşi Ece Sönmez’den ve konuyu bilen diğer varislerinden sorabilirsiniz. Eminim, hatırlayacaklardır. Başka bir referans vereyim: Suudî vakıfları ve sermâyedârları tarafından 1991 yılında Türkiye’ye bâtıl bir amaçla “gayr-ı resmî görevli” olarak gönderilen (bunu MİT’e de bildirdim), Kitap ve Sünneti İhya Yayınları görüntülü, Ebu Said el-Yarbûzî kod adlı ajan Mehmet Balcıoğlu’nun, 1998 yılı ve sonrasındaki acı akibetini de bizzat kendisinden sorabilirsiniz. Yaşıyor, ölmedi. İstanbul-Büyükçekmece gölüne nâzır villalardaki görkemli hayatından ayrılarak kurtuluşu köy hayatının sessizliğine çekilmekte buldu. Yurtdışından özel ithal ettiği Jeep’lerden indi, şimdi 1985 model Renault taksilerle ilçesine market alış-verişi yapmaya gidiyor-geliyor. Tüm aktivitesini yitirmiş durumda, Torosların eteğinde küçük bir kasabada a-sosyal bir hayat yaşıyor. Herkes onu terketti, insanlar ondan yüzçevirdi, cemaati dağıldı, finansman-ları kesildi, insanlar onu bizim sâyemizde tanıdı. Bir refenans daha mı vereyim? Topograf Seyyid Ali Yılmaz’ın Sakarya’da nasıl “bittiğini” orada onu eskiden tanıyanlara sorun). Aranızda bü-rokratlara yakınlığı ile bilinen kişilerin varlığına da güvenmeyin. Hem bir o kadarını da ben referans veririm, gerekirse; hem de tarih ve tarihi bilenler şahittir ki, bunlar geçicidir, bu güçler izâfidir. Ama hak bâki kalır, açılan yara hatırlanır ve sahibi hesap sorar. Benden tek tavsiye: “Ahlâklı olun!”
“INTERNETTEN ALIŞVERİŞE DİKKAT”
Olur. Çok sağolun. Bundan sonra ben bile öyle yapacağım. İyi bir mesajdı. Teşekkürler. Siz de gülü-yorsunuz, başlığınızdaki komikliğe, değil mi? Beni dinlemek için zaman ayıramayacağınızı söylüyor-dunuz, bu başlığı atabilmek için ne kadar zaman harcadığınızı merak ediyorum. Çünkü zor bir başlık, bu. Az düşünerek bulunamaz gibi (!).
“www.rabve.net isimli sitede cep telefonu kullanıcılarına yönelik “4 hat aynı anda aktif” tanıtı-mına inanan bir vatandaş, “Reklamı görünce aradım ve aynı anda Turkcell, Telsim ve Avea’yı kullanabileceğimi öğrendim. İstenen parayı gönderdim ama maalesef kandırıldım” dedi.”
“www.rabve.net isimli sitede” denmez. “www.rabve.net adresli sitede” denir. URL (veya “http://”) protokolleri isim değil, erişim adreslerini tanımlar. Hadi bu da bizden gitsin, artık bunu da öğrendiniz. Bir daha böyle “gaf”lar yapmazsınız, umarım.
“Cep telefonu kullanıcılarına yönelik “4 hat aynı anda aktif” tanıtımına inanan bir vatandaş…” tanımı eksiktir. Zirâ sadece (bireysel) kullanıcılara değil, GSM bayisi olup, bulundukları bölgelerde bu hizmeti bireysel kullanıcılara vererek ticâret yapmak isteyen firmalara da “sistem satışı” yapıyoruz. Cengiz Arslan bireysel kullanıcı değildi. Cep telefonu mağazası vardı ve bizden sistem satın almak istedi. Yaptığınız haberin tüm zaafiyet ve garâbetleri bir yana, bizim için reklâm olma özelliği de vardı. Düşmanlığınız gözünüzü öylesine bürümüştü ki, işin bu boyutunu hissedemediniz bile… İyi de, neden haber olduğunu sandığınız yazıda (aslında reklâmdı, o) hizmetimize ilişkin bilgiyi eksik veriyorsunuz, kardeşim? Neden “cep telefonu kullanıcılarına yönelik diyorsunuz”. Bizi (güya) deşifre etmek için hazırladığınız haber metninde, bize referans olarak kullandığınız site adresimize lütfedip te bir girip yazdıklarımızı okumaya zaman ayırsaydınız, sadece kullanıcılara değil, “cep telefonu satıcılarına da” hizmet sunduğumuzu görecek, “satıcı” statüsündeki bir insana (C. Arslan) “kullanıcı” demek gibi hatalara düşmeyecektiniz. Bi daha olmasın. (Fark etmez, isterseniz olsun. Eğleniriz!)
“Reklamı görünce aradım ve aynı anda Turkcell, Telsim ve Avea’yı kullanabileceğimi öğrendim.” ibaresi de “muhatabı dinlememe” hastalığınızı ele veriyor. Muhtemel ki (çünkü başka bir olasılık gö-remiyorum), benimle konuşmak için bana telefon açtığınız halde beni dinlemeyip te bana hakaret ettiğiniz, sonra da telefona çıkmayıp-telefondan kaçtığınız gibi, müşteki Cengiz Arslan’ı da hiç dinle-memişsiniz. Eğer dinleseydiniz, inanıyorum ki doğrusunu anlayacaktınız. Zira Cengiz Arslan böyle bir hata yapmış olamaz. O bilir, projeyi kullanmak için değil, satmak için aldığını. Hem sitemize bakmadığınız buradan da bir kez daha anlaşılıyor. Sitemizde kullanıcı fiyatlarının 50 EURO + KDV olduğunu, sistem satış fiyatlarımızın da birinci paket için 300 EURO + KDV, ikinci paket için 200 EURO + KDV olduğunu belirtmiştik. Cengiz Arslan’ın bize gönderdiği havale miktarının 50 EURO + KDV olmadığını sizde bildiğiniz ve söylediğiniz halde, nasıl olur da Cengiz Arslan bireysel kullanıcı olduğunu söylemiş olabi-lir? Karıştırıyorsunuz, efendiler! Kulaklarınızın kepengini hepten indirip, dinleme tatiline girmişsiniz. Sürekli konuşma ve yazma modunda yaşıyorsunuz. Bu nedenle de zaaflarınız ikide bir sırıtıyor. Hiç olmazsa insanları biraz (veya kısa bir süre) dinleyin de gülünç duruma düştüğünüz pozisyonların sayısı asgariye insin. Bu gidişle istikbâliniz hiç parlak gözükmü-yor.
“Adana’nın Kadirli ilçesinde ikamet eden Cengiz Arslan isimli vatandaş gazetemizi arayarak Muhammed Fatih Ergün tarafından dolandırıldığını ve mağdur olduğunu söyledi.
Bakın, bir de gazeteci olacaksınız. Bu ne cehâlet? Yaptığınız haber, Akşam Gazetesi’nin son günler-de, Tsunami fâciasını “Amerika’da yaşanmış gibi” yazmasına benziyor. Kadirli ilçesi, Adana’nın de-ğil, Osmaniye’nin. Osmaniye il oldu, Kadirli de Osmaniye’ye bağlandı. Haberiniz olmadı hiç, sanı-rım. İlgili bakanlıktan bilgi alabilirsiniz, ya da güncel bir harita armağan edebilirim, size… Gazete-cisiniz… Ama sizi anlıyorum. Asparagas haber yapmaktan, kaprislerinizi ve egonuzu tatmin etmek için uğraşmaktan bilgilenmeye vaktiniz olmuyordur. Zaten kış günlerindeyiz, günler de kısa. Ne za-man öğreneceksiniz ki, Osmaniye’nin çoktan il olduğunu, Kadirli’nin de Osmaniye’ye bağlandığını? Tahmin ettiniz, hangi ile yakınsa oraya ait olduğunu varsayıp, yazdınız işte… Kendinizi ve ahlakınızı güncelleyemediğiniz gibi, eski coğrafya bilgilerinizi de güncelleyememişsiniz. Yıllar geçmesine rağ-men zavallı Kadirli’yi hala Adana’ya bağlı zannediyorsunuz. Büyük “gaf”lar, vesselam.
Ergün’ün sahibi olduğu internet sitesinde “10 ayrı hat tek sim kart” ve “4 hat aynı anda aktif” adı altında bir kampanyayla karşılaşan Cengiz Arslan, birden çok telefon taşımamak icin Ak-bank Konya Şube’sinde Muhammed Fatih Ergün hesabına 1 milyar 338 milyon TL yatırdığını ancak Ergün’ün kendisine gönderdiği sim kart ve cihazların mevcut 4 hattı çalıştırmadığını görünce dolandırıldığını anladığını kaydetti.”
Bu ifadeler de tam bir ucube gibi karşımızda. “Kampanya” kelimesi nereden çıktı? Sitede böyle bir içeri-ğe nasıl rastlandı? Yok, yok; kesinlikle bu da uydurduklarınızdan olmalı. Oldum olası “kampanyalara gıcık kaparım”, pazarlamacılardan da nefret ederim. Bunun bende mahfuz bir arka plânı var. Ürünlerimizi tanıtım yoluyla insanlara ve firmalara teklif ediyoruz. Satışlarımız gözönünde bulundurulduğunda haddi-zâtında basit bulduğum kampanya türü uygulamalara gereksinim duyuracak bir durum da yok ortada. Sitede “kampanya” diye tek bir kelimeye veya bunu çağrıştıracak bir imâya asla rastlanamaz. Satış içeriklerimizde kampanyayı andıran hiçbir materyal de yoktur. Sa-dece sattığımız ürünlerin listesi, teknik ve mâli bilgileri yer alır. “Dolandırıcılık” yaftası yapıştırıla-cak ya (Yırtma-yapıştırma yapılıyor, tarafınızdan)… Eee, şimdilerde “dolandırıcılık ta genellikle kampanyalar” ve “Internet” yoluyla yapılıyor gibi bir kanı, ön yargı, biraz da gerçek payı. İkisini bir araya getirir, haberde malzeme olarak kullanırsınız. Nasıl olsa insanlar da sizi gazeteci, çıkardığınız sayfaları da gazete kabul edip tırsıyorlar, üstünüze gelmezler (gibi bir mantık). Herkes ben değil, ya. Siz de insanların yüreksizliğini sermâye kabul edip devam edersiniz uydurmalarınıza…
“dolandırıldığını anladığını kaydetti” de denmez. “Dolandırıldığını anladığını belirtti” denir. Bre ede-biyat yoksunları! Ayrıca arkadaş, cehâletini gözetmeden, çok acele karar vermiş.
“Olay nasıl gelişti?”
Olay mı oldu? Vay be! Neden daha önce haberimiz olmadı? Fe-subhanallah! Dünyanın küçük bir köy haline geldiği bir dönemde olayları Konya’da henüz daha üçüncü ayındaki yerel bir gazeteden (ger-çekten gazete mi, o da ayrı) öğreniyoruz.
“Cengiz Arslan, www.rabve.net sitesinde rastladığı “10 ayrı hat tek sim kart” başlıklı bir tanı-tım yazısı ile karşılaştı. Metinde; “Kullanımda olan mevcut kartınızdan ayrı olarak özel bir karta yapılacak yüklemelerle, tek telefon üzerinde toplam 10 ayrı hat kullanılabilir. Böylece birden fazla cep telefonu taşımanın beraberinde getirdiği tüm sakıncalar ortadan kalkmış ol-maktadır. Mevcut SIM kartlarınız da hiçbir şekilde aktivitesini yitirmiş olmayacak, bilakis tek hat kullanacağınız zamanlar için yedeğinizde kullanıma hazır olarak bekleyecektir.” gibi ifa-deler yer alıyordu.”
“Gibi ifadeler yer alıyordu” diyorsunuz. Doğru. Böyle yazmıyordu, bilâkis sizin de yanlışlıkla belirtti-ğiniz gibi (Allah şaşırtacak ya!) “gibi ifadeler yer alıyordu”. Yüreğiniz yetmediği, yalanlarınızın açıkça anlaşılmasından endişe ettiğiniz için metnin aynısını ve tümünü yayınlamamış, yorumlayarak “gibi ifadeler yer alıyordu” demişsiniz. Yani kendi (eksik) anladıklarınız, (çarpık) anlattıklarınız ve (tümünü aktarmadığınız için) eksik anlaşılanlar bunlar… Gazetede tartışmaya söz verin, açık platform oluşturun. Daha sonra aşağılanmaktan (ve “Yuuh”alanmaktan) korkmuyorsanız eğer, tartışalım bunları. Ne dersiniz? Sanmıyorum…
“Sitenin yöneticisi Muhammed Fatih Ergün’e önce cep telefonu aracılığıyla belirten Arslan, “Aynı anda 4 hat (Turkcell, Telsim ve bundan herhangi bir tanesi daha) aktif olacak şekilde sim kartı verilmesi konusunda telefonla 1 milyar 388 milyon 800 bin Türk lirası anlaşma bedeli olan parayı Akbank aracılığıyla 14 Aralık’ta Ergün’ün 0110671 nolu hesabına havale ettim. Ancak Ergün’ün kargo vasıtasıyla gönderdiği kolide sadece 1 adaptör, 4 CD ve 13 sim kart ile bir simkart cihazı çıktı. Gönderilen bu cihazlar aynı anda 4 hat aktif olacak şekilde çalışmadı. Teknik destek için Ergün’e telefonla ulaşma çabalarım da sonuçsuz kaldı.” diye konuştu.”
Ben sitenin yöneticisi değil, sahibiyim. “Sahib”e “yönetici” denmez. “Yönetici”, sitenin “admin”liği-ni ya-pan kişidir. Muhtemel ki, daha ne “yönetici”nin yaptığı işi biliyorsunuz, ne de “admin” keli-mesini duymuşsunuz. Bu seferlik cehâletiniz sebebiyle sizi ma’zur (özürlü) görsem bile, bi dahaki se-fer yüklenirim, ha. İbret alın, yanlışlıklarınız tekerrür etmesin. Bu bir.
İkincisi, Cengiz Arslan 1.388.800.000 TL (böyle yazılır, sizinki gibi değil), 1.390.000.000 TL gön-derdi. Neden 1.200.000 TL eksik yazıyorsunuz ki? Miktarı küsüratlı yaptığınızda yalanlarınız inandı-rıcılık mı kazanıyor? Yine (dinleme) tatil(in)e girip Cengiz Arslan’ı dinlemediniz desem, o da olmaz ki, adamın söylemediği küsüratları “var sayarak” yanlış aklınızda kalmış olacak değil, ya. Yok, yok; siz uydurmakta çok mâhirsiniz. Şerrinizden Allah’a sığınmak lâzım.
Gönderdiğim de koli değil, paketti. Pakette “1 adaptör” vardı. Bu doğru (Yetmemiş mi, bir adaptör?). “4 CD” yoktu, “2 CD” vardı. Çünkü proje için gerekli araç CD’ler iki taneden ibarettir. Gönderil-miştir. Neden CD sayısını dörde çıkardığınızı anlayabilmiş değilim. Bazan indirim, bazen de zam yapıyorsunuz yalanlarınıza… SIM (böyle yazılır) kartların sayısı da “13” değil, “11” idi. Bunlardan “10” tanesi kendisinin ücretini ödeyerek satın aldığı boş kartlar, “1” tanesi de bizim sistem satın alanlara ücretsiz gönderdiğimiz “örnek kart”tı. Bu tahrifleriniz, ne habere, ne habere konu edilen kişiye, ne (doğruysa eğer) müştekiye, ne kendinize, ne de okuyucunuza gereken önemi, özeni ve say-gıyı göstermediğinizi kanıtlıyor. Daha dikkatli olun.
“Kendisiyle görüştüğümüz Cengiz Arslan’ın avukatı bütün vatandaşları ve polisi internet aracı-lığıyla yapılan bu tür alışverişler hususunda uyardı.”
Cengiz Arslan’ın bir avukatı var mı, bunu bilmiyorum. Varsa, önemli de değil. Hem varsa bile, anla-şılan o ki, hukuken haksız olduklarını bildikleri için (olsa gerek ki,) asparagas haber yapacağına emin oldukları bir gazeteyle beklentilerini dillendirmiş, emellerine (ki, emellerinin ne olduğunu ben çok iyi biliyorum) ulaşmayı amaçlamış olabilirler.
Vatandaşı uyarmaya gelince… Memleket Gazetesi ile kaç vatandaş uyarılır ve buna kim inanır ki? Üstelik ben şimdi “doğru”sunu tüm Internet kullanıcalarına, Konya ve çevresine anlatacağım, siz de izleyeceksiniz. Başınıza iş aldınız. Oturup, ayıklarsınız pirincin taşını. Nelere kadir olduğumu sorsanız ya, o hani benim hakkımda size bilgi (!) taşıyan iki ayaklı yalancı kuşlara?
Polisi uyarmak ise, uyarıdan öte “yalan ihbar” nitelikli bir deşifre ile polisi gereksiz yere meşgul etmek isteme çabası(ndan başkası değil)… Çölde serâp arıyorsunuz (onu da göremiyorsunuz). Hukuku da bilmiyorsunuz. Ortada polislik hiçbir konu yok (Ben bu yazıyı Konya Emniyet Müd. Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi’ne de göndereceğim, biraz sonra. İtham ettiğiniz “dolandırı-cılık” suçuna onlar bakıyor). Eğer alış veriş sebebiyle ortaya çıkan bir ihtilaf varsa, bu hukukî mâhiyette bir ihtilâftır. Polisin değil, cezâ hukukunun değil, özel hukukun konusudur. Tüketici Mahkemelerine gidilebilir. Memleketin ve mücrimlerin sorunları ile ilgili bir sürü problemi varken, polisi bir de yalan beyânlarınızla ve görevi olmayan bir konuda meşgul etmek istiyorsunuz. Ayıp be. Nitekim bunu bilen görevli polisler, şu ana kadar harekete geçmemiştir. Ya okudular, cehâletinize güldüler (benim gibi), ya da onlar da okumuyor Memleket Gazetesi’ni. Üçüncü bir gayret, haydi: Polisi üzerime salmak için yeni iftirâlara ihtiyâcınız olacak. “Hodri meydan!” (derim).
“Muhammed Fatih Ergün ve yukarıda bahsi geçen sitesiyle ilgili yaptığımız araştırma netice-sinde, şirketin Konya’da olmasına karşın, Ergün’ün söz konusu “10 ayrı hat tek sim kart” reklamıyla ilgili Konya içinden taleplere cevap vermediği sonucuna ulaştık. Bu durumun yeterince şüphe uyandır-ması üzerine şirketin adresini ziyaret etmek istediğimizde, söz konusu adreste böyle bir şirketin bu-lunmadığını öğrendik.”
Hiçbir zaman şirketim olmadı. Özel ve sanal firmalarım var. Bir kısmı kayıtlı, bir kısmı değil. Detay-larının hesabını ahlâk yoksunu ve amacının ne olduğunu çok iyi bildiğim sizin gibi insanlara verecek değilim. Dolayısıyla “Şirketin Konya’da olmasına karşın” ifadesindeki “şirket” kelimesi yalandır. Ne sitemde, ne de tanıtımlarımda şirket olduğumu(zu) söylemedim.
Ayrıca… Bir çok geri zekâlının anlattığım halde “anla(ya)madığı” bir husus ta şu (“Siz de zekâ özürlüsünüz” veya “Geri zekâlısınız” diyemeyeceğim. Çünkü siz beni hiç dinlemediniz, telefonda. Dolayısıyla size aynı ithamı yapamadığım için üzgünüm): Konya içinde ikamet ediyorum diye, Kon-ya’ya çalışma zorunluluğum mu var? İkametim Konya’da diye Konya’yı aşarak bir ticâri faaliyette bulunamam mı? Bunu kısıtlayan ne olur? Sizin keyfiniz veya vehminiz mi? Ticaretimin alanlarını veya muhatap olacağım kesimi belirleme konusunda hedefimi kendim belirleyemem mi? Gazeteyi çıkarmaya başladığınız günlerde (üç ay önce) bir dağ köyünden yeni inerek te faaliyete başlamış değilsiniz. Bilmiyor musunuz ki, elektronik ticaret, global alış veriş vs. gibi kavram ve içerikler var. İnsanlar gece uyurken hesaplarına para giriyor, uyandıklarında elektronik posta ile sipariş alıyorlar, mesai başladığında da siparişlerini taşıma şirketleri aracılığı ile yolluyorlar. Alıcı ve satıcı birbirini görmüyor, artık. Çumra’dan bir vatandaş giyeceği kot pantolonu yaşadığı ilçeden değil, Amerika’dan online ortam ayrıcalığı ile sipariş edebiliyor. Sizin bildiğiniz “dükkânlı ticâret” yöntemleri benim dedemin babasının döneminde kaldı, artık (biraz abarttım). (Diz boyu da değil) gırtlak boyu bir cehâlet ve tam bir genel kültür yoksunluğu ile bu gazeteyi ne kadar süreyle daha çıkartabileceği-nizi merakla izlemeye (ve gözlemeye) devam edeceğim. Hem, ne komik? “Konya’ya hizmet vermiyor muşum, bu yüzden de “dolandırıcı” olmuşum.” Siz şimdi yerel bir gazetesiniz. Muhtemel ki ve kesine yakın tahminim o ki, Konya ve yakın çevre dışında gazeteniz hiçbir yerleşim merkezine ulaşmıyor. Gazetenizle hizmet vermediğiniz bölgelerde sizin de dolandırıcılık yaptığınızı iddia edebilir miyiz? Bu şuna benziyor: Adama sormuşlar: “Kitap okur musun?” Demiş ki: “Hayır”. “Akvaryumda balık besler misin?” Demiş ki: “Hayır”. “Sıcak yaz gününde çıplak ayakla sıcak kumlar üzerinde yürümeyi sever misin?” Demiş ki: Hayır” Soran adam: “Öyleyse sen homoseksüelsin” ithamında bulunmuş (Sorulara “Evet” cevabı verseydi, bu ithamla müttehem olmayacaktı). Şimdi “Ne alâka?” diye (bana değil) kendinize sorun ve düşünün. Eğer Konya’ya hizmet verseydim, “dolandırıcı” olduğuma göste-receğiniz karine ne olacaktı? Kurtulacak mıydım, bu ithamdan? Dolandırıcı olmanın kıstası “Konya’-ya hizmet vermemek”, dolandırıcı olmamanın kıstası da “Konya’ya hizmet vermemek” mi? “Düz mantık”, bu. Bu ne ucûbe bir mantık? Sorgulayın, kendinizi; bana seslendirmeseniz bile…
“Şirket adresimiz gerçek değilmiş”, öyle mi? Siz ya adrese hiç gitmediniz, çekinmeden bir yalan daha söylüyorsunuz. Ya da Cengiz Arslan’a giden kargo dekontunun üzerindeki 1 yıl önceki adresimizi temin ederek oraya gittiniz. Oysa o adresten taşınmıştık, Yurtiçi Kargo’nun çok eski müşterisi olduğumuz için, kayıtlarındaki adresimizi güncellememişlerdi ve “Rabve” deyince daha önceki kayıtlar üzerinden dekont print ediyorlardı (Nitekim bizdeki gönderi dekontlarını da böyle basıyorlar). Kesine yakın olan bu kanaatim, gerekiyorsa Yurtiçi Kargo ile te’yid edilebilir, sözlerimin arkasındayım. Ne ilginç? Memleket Gazetesi’nin kendini (ve haddini) bilmez habercisi (doğru söylü-yorsa eğer) gelip te bizi (eski) adresimizde bulamayınca biz “gerçek adres vermemiş” oluyoruz (de-mek ki!). Kendisini defaaten ben aradığım halde (kendisine masrafta olmayacağını bilmesine rağmen) bana telefonda zaman ayıramayan (halbuki beni haber yapıyorsa en fazla dinlemek için kendisine zaman ayırması gereken kişi benim) gazeteci dedektif gibi adrese gidip beni ve firmamı aramaya nasıl zaman ayırdı, merak ediyorum. Hem (gelmişseniz eğer) gelmenize ne gerek vardı? Zaten yalan haber yapıyorsunuz ya, dilediğiniz gibi yazın. Masaüstü yayıncılığı!
“Olayı biraz daha araştırınca”
Ne araştırma, ne araştırma... Evlere şenlik! Herkes böyle araştırsa keşke… “Akşam Gazetesi”nden veya onun haberini kullanan ve iki kelimeyi bir araya getirmeyi beceremeyen, (aynı kendimiz gibi) edebiyat yoksunu bir kaç yalancıdan iktibas ettik, onların yalancısıyız” desenize… “Olayı biraz daha araştırınca” ha?! Sizin buna niyetiniz ve vaktiniz var mı ki? Siz benimle görüşmek için aradığınızda bile beni dinlemediniz, kendinizi bana dinletmek istediniz. Sizi tüm ahlaksızlıklarınıza rağmen muhatap alıp izâhat yapmak istediğimde, “Hadi, çabuk; haberi yazacağız. Çok vaktimiz yok” gibi küstahlık ettiniz, sanki arkanızdan bu haberi yapmanız için atlılar kovalıyor gibi. “Mal bulmuş mağ-ripli” gibi oluyorsunuz, önünüze malzeme olarak gördüğünüz imkânlar çıkınca…. Sizin araştırmaya vaktiniz mi var? Kim inanır, buna?
Buradan aşağısı, Akşam Gazetesinin 01.01.2004 tarihli hakkımdaki (çoğu) yalan haberi (Bir mal da buydu, sizin için. Kaptınız-kaçtı(ğınızı sandı)nız (Ama yakaladım, sizi. Bundan sonra ensenizde hissedeceksiniz, hep beni. Başkalarına da yapamayacaksınız, bu haksızlıkları. Her gelecek yakındır, zaman kanıtlayacak, sözlerimi):
“Muhammed Fatih Ergün’ün Düzce’de Digitürk yayınlarının şifresini kırarak, internet üzerin-den 50 Euro’ya pazarlama suçundan dolayı Düzce polisi tarafından geçtiğimiz Ocak ayında yakalandığı bilgisine ulaştık.”
Ocak ayında değil, 29 Aralık 2003 tarihinde Düzce polisi tarafından göz altına alındım. 30. Aralık 2003 gecesi Düzce Kapalı Cezâevine teslim edildim. Emniyet kayıtlarında belgelidir. Söylediğiniz gibi “Ocak ayında” değildi. Yine yalan atmışsınız. Böyle mi araştırıyorsunuz, siz? Komik, aslında. “Olayı biraz daha araştırınca” diyorsunuz, ya? Demek ki yetmiyor, “daha fazla araştırmanız” gereki-yor. Anlaşılan o ki, eksik araştırmalarla gazetecilik yapmaya soyunanlar işi yözlerine-gözlerine bulaş-tırıyorlar. Aranızda yıllarca medyada hizmet vermiş insanlar var. Tecrübeniz, anlayışınız ve kaliteniz bu mu?
“Bu yolla Digitürk’ü trilyonlarca lira dolandıran Ergün sorgusunda, önceleri bilgisayar parça-ları ve boşalan printer kartuşlarını doldurma işi yaptığını, ancak işler kötüye gidince, Digitürk şifrelerini çözerek satmaya başladığını itiraf etmiş.”
“Trilyonlarca lira dolandırdığım” iddiası yalandı. Tek yalan söyleyen siz değilsiniz, ya. O da Akşam Gazetesi’nin yalanıydı. Digitürk yayınlarını çözen programların satışından elde ettiğim miktar beş sene de ortalama 200 milyar TL civarında bir miktardı. Savunmamda da belirttim.
Ayrıca “İtirâf etmedim”, ikrar ettim. “İtirâf” baskı altında yapılan ikrardır. Düzce İl Emniyet Müdür-lüğü’nde bana herhangi bir baskı yapılmadı. Ben söyleyeceklerimi zorlama altında kalmamı gerek-tirecek ortamlara sebebiyet vermeden söylerim. Zirâ ne yaptığımı da bilirim, ne söyleyeceğimi de… Söylemeyeceğimi de (zorla da olsa) itirâf etmem. Kelimeleri seçmeniz ve basma-kalıp literatürden arınmanız gerekiyor, bence
“Önceleri bilgisayar parçası sattığım ve boş kartuş doldurduğum” da tam bir düzme. Ma’lum, gazete-ciler şapşallık ediyor, bazen (yok, bu çok iyimser oldu. “çoğunlukla” demeliydim. Düzeltiyorum). Hiç bilgisayar parçası satmadım (bunu meslek olarak yapmadım). Boş kartuş ta doldurmadım, hatta kendi özel kartuşla-rımı bile ücreti mukabilinde hep bu işi yapan firmalara doldurttum. Gazeteci haber yaparken uyuklamış, bunları da rü’yasında görmüş olmalı. Böyle bir resmi ifadem de olmadı. O da yalan. Dileyen gidip, Düzce Ağır Ceza Mahkemesi, 2004/20 Esas sayılı dosyadan Düzce İl Emniyet Müd. verdiğim ifadelerimi ve aynı Emn. Müd.’nün 30.12.2003 tarihli hakkımda hazırladığı fezlekeyi inceleyebilir.
“Müşterileri arasında bazı oteller ve kahvehanelerin de bulunduğu belirlenen Ergün’ün…”
Bulunamaz mıydı? Onları kısıtlıyor musunuz? Ne var bunda? Yoksa böyle olunca suçum mu katlanı-yor? Laf söyleyeceksiniz ya, işte…
“evinde yapılan aramada da..”
Evimde arama yapılmadı. Düzce’de evim yoktu. Düzce’den transit geçerken göz altına alındım. Gazeteci evi de rü’yasında görmüş. Nitekim Emniyet Müd. kayıtlarında ve mahkeme dosyamda “Ev arama tutanağı” gibi bir kayıt yoktur, hiç te olmadı. Bir gün bu yalanları, siz gazeteci bozuntularının gözüne soktuğumda, “acaba gözünüzü çıkarma hakkım doğar mı”, diye merak ediyorum. Sizin bir bilginiz var mı, bu konuda? Böyle bir hakkım var mı, aslında?
“sahte isimlerle alınmış 19 ayrı cep telefonu sim kartı…”
“19” değil, “18”di. Kayıtlarda belli. Yalancı gazeteci (Akşam ve benzerleri) yazarken yalancılık et-miş. Siz de aktarırken “yalancının yalancısı” olmuşsunuz. (Ama mahzuru yok, nasıl olsa alışmışsınız-dır artık siz de üç aydır). “12” tanesi resmi, “6” tanesi “zarureten” sahteydi. Dileyene vekâlet vere-yim, gitsin, yukarıda numarasını verdiğim dosyamı incelesin (Bu zarureti siz duysanız, siz de yapar-dınız aynısını. Aranızdan bazılarının Cemâziye’l Evvel’ini biliyorum. “Değiştik” demeyin, sizde şim-di Başbakan gibi)..
“ve şifre kırmaya yarayan 30 CD bulunmuş.”
Şifre kırdığım (ve sattığım) doğruydu. Bu işi de yapıyordum. Ancak bu CD’ler “şifre kırma” işi ile ilgili materyalleri içermiyordu. Özel aracımda sahibine ulaştırılmak üzere emanet olarak duran, ithamla alâkasız içerikte CD’lerdi. Emn. Müd. bulduğu her malzemeyi, suçla alakalıymış gibi Adliye’ye teslim ediyor. Dava esnasında bilir kişi tensibi ile bunlar ayrıştırılıyor. Bu ayrıntıyı biliyor olmalısınız, diye düşünüyorum.
“Ergün’ün, çeşitli bankalarda sahte kimliklerle açılmış 78 ayrı hesabı olduğu da tespit edilmiş.”
Kim tespit ettiyse yanlış etmiş. 36 tanesi bizzat kendi adıma kayıtlı resmi hesaplarımdı. Bu hesapları ve cüzdanlarını, hatta Interaktif imkânlarını halen kullanırım. Abartılmış. Sahte açtıklarım da doğru, ama onların hesabını da size verecek değilim. Şahsen size “günah çıkarır gibi” savunma yapmaya gerek görmüyorum. Seviyemi düşürmek zoruma gider. Dahası samimiyetinize inanmıyorum ki… Ancak şu kadarını söyleyeyim de su-i zann (o da böyle yazılır) yapmayın (isterseniz de yapın, devam edin; çok ta umurumda değil): Sahte açtıklarım sahtekârlık yapmak için değil. Şu an ki başbakanın riyâsetinden önceki döneme ilişkin yasa ve mevzuatlarda projelerime münafi çok ciddi müşkilât, zaaf ve eksiklikler olduğu için kamuflaj amaçlıydı. Bende mahfuz bir de özel bir gerekçeye mebnî idi.
Hesap sayısı ne kadar önemli? Dileyenin istediği kadar hesabı olamaz mı? Önemli olan eylem ve ne için yapıldığı değil mi? Hesap sayısını vermekle (veya çoğaltmakla), işi daha da dehşetengiz mi kılmış olduğu-nuzu zannediyorsunuz, yoksa iknâ kabiliyeti mi kazandığınızı sanıyorsunuz?
“Muhammed Fatih Ergün’ün bu dolandırıcılığını ilkin Digiturk’ün teknik servisinde çalışan uzman-ları ortaya çıkarmışlar.”
Ne uzmanmış bunlar da, hani? Sâyemde şöhret te oldular. Bana teşekkür borçlu olmalılar. İfadeniz-den bu anlaşılıyor: Beni bulmak öyle kolay değil (de), bunun için Digitürk’ün uzmanları gerekiyor. Öyle bir beyân ki bu, Emniyet bulamıyor, Digitürk’ün uzmanları bulup Polise bilgi veriyor. Üstelik Düzce’de evim olduğu, orada yaşadığım iddia ediliyor. Emniyet buna muktedir değil, Digitürk kahraman! Enteresan. Ben de bundan sonra dolandırılırsam eğer, polise gitmeyeceğim. Digitürk’ün uzmanlarına başvuracağım. Demek ki daha pratik. Belki de ileride Digitürk uzmanlarını suçluların temini konusunda Emniyet Genel Müdürlüğü’nün tensibi ile “Görevli Dedektif” yaparlar. Ne dersi-niz? (Digitürk, uzmanlarının reklâmını geçtiğiniz için size bahşiş dağıtıyor mu? Eğer dağtıyorsa, hissemi ayırın. Ben olmasaydım, alamayacaktınız, ha).
Hem neden dolandırıcılık oluyor ki, Digitürk yayınlarını korsan çözmek veya araç-gereçlerini satmak. Bu TCK 525/a1-2 ve 525/b1-2 madde ve fıkralara göre “Bilişim Suçları” kapsamında değerlendirilir. Nitekim ben bundan yargılanıyorum. Dolandırıcılık gibi bir suçlamadan ise beraat ettim (Birkaç ayrı mahkeme bile benim “dolandırıcı” olabileceğime ihtimal vermedi. Böyle bir karîne de yoktu. Hiç mi hukuk bilgisi yok, bu basın mensuplarının? Öğretelim, gerekiyorsa…
“Uzmanlar, internet üzerinden Net-Pa Internet Marketing Center, World E-mail Bank, Alus-rah Digital Platform gibi sanal marketlerden ‘digital yayıın paketi’ pazarlayan Abdullah Güçlü adlı bir kişiyi belirledi. Bu ismi, polise bildirdiler. Yapılan araştırmada Abdullah Güçlü’nün Düzce’de yaşadığını belirleyen polis, bir baskınla dolandırıcı ve eşini gözaltına aldı.”
W’allahi öyle olmadı. Şanı Yüce olan Allah’ın azameti üzerine yemin ederim ki, yalanın bu kadarına pes doğrusu. Düzce’de yaşamıyordum. Transit geçerken Düzce’de (evde de değil, bankada) yakalan-dım. Polis beni evime yaptığı “bir baskınla” değil, bankadan Emniyet’e yapılan “bir ihbarla” beni gözaltına aldı. “Dolandırıcı” olduğum nereden öyle hemen anlaşıldı ki?! Kehânet mi? Dedim ya, bir kere bu Bilişim Suçu. İkincisi yargı öncesi bu itham nasıl yapılır? Eğer yapılabilirse, yargı niye var/niye yapılıyor? Gazeteciler cezâmı infaz etsinler, benim. Hem, ben niye “dolandırıcılık” suç-lamasından beraat ettim de diğer suçlar-dan yargım devam ediyor? Cevabınız varsa, beni iknâ edin.
“Ergün’ün üzerinden çıkan ‘Abdullah Güçlü’ ve ‘Hasan Beyaz’ adına düzenlenmiş kimliklerin sahte olduğu belirlendi.”
Yalan. Böyle bir şey yok. Sahte tanzim ettiğim kimlikler “Hüseyin Genç” ve “Şakir Kandemir” adınaydı. “Abdullah Güçlü” uzun zamandır benim kullandığım müsteâr ismimdi (tıpkı sizinkilerden bazıları gibi). “Hasan Beyaz” da öyle. Kendiniz de bu tür yollara tevessül ediyorken (müstear ismi kastediyorum, sahte kimliği değil) aynı zamanda beni eleştiriyor olamazsınız. Zirâ size “serbest”, bana “yasak”; size “sakıncası yok”, bana “sakıncalı” olmaz, ya!
“Ergün’ün, Maliye’ye de bir trilyon lira civarında vergi borcunun bulunduğu anlaşıldı.”
Tutuklandığım güne kadar (1991 (sonrası)-2003 yılları arasında) hiçbir zaman hiçbir resmi vergi kaydı ile çalışmadım ki, maliyeye borcum olsun. Tahliye olduktan sonra hakkımda asparagas haber yapan gazeteler e tazminat davası açarken “belge amaçlı kullanmak” üzere Maliye’den “Maliye’ye hiçbir vergi borcum olma-dığına” dair belge aldım ve kullandım. 3 nüsha olarak tanzim ettirdiğim bu belgenin bir nüshasını halen üzerimde taşırım. Gülünç bir iddia. Yalancılar yatsı vaktinin hiç gelme-yeceği sanısı ile günü geçiriyorlar. Ama yatsı geliyor, onlar da geceden istifade ile kafalarını yorganın altına sokarak kızaran yüzlerini gizlemeye çalışıyorlar.
“Ergün’ün ayrıca, polislere, serbest bırakmaları karşılığında rüşvet teklif ettiği de ileri sürül-dü.”
“İleri sürüldü”. Kim sürdü? Bu da çok enteresan. Eğer böyle bir şey var ise, Emniyet görevini ihmâl edecek değil, ya. “Rüşvet tutanağı” tanzim etmeleri lâzımdı. Siz de bunu ne yapar-eder bulur, belge-siyle birlikte yayınlardınız. Böyle yapacağınızdan da hiç kuşkum yok. Hani bunun gibi bir tutanak, iyi de göz doldururdu. Tabii, gazeteyi de doldururdu.
“Diji korsanının gerçek adının Muhammed Fatih Ergün olduğu anlaşıldı.”
Nereden biliyorsunuz? Belki o da sahtedir. Emniyete sahte isimle girip-çıkan, Cezâevlerinde başkası-nın adına onun kimliği ile para karşılığı yatan nice insan var. Hatta bunu bir kısım avukatlar beceriy-orlar. Gazetelerin her dediğine inanmayın siz, siz de gazeteci olsanız bile. Bu ne demek? Yani kendi dediğinize de her zaman inanmayın! (Zirâ gün olur, hep yalan söyleye söyleye, yaza yaza kendiniz de inanırsınız.
Muhatabının razı olmadığı lâkapları insanlara takmak çirkindir. Digiturk’ün yayınlarını yıllarca çözdüm ve sattım. Bundan dolayı da yargım devam ediyor. Ama hiçbir zaman kendimi “Diji korsan” filan diye adlan-dırmadım. Akşam Gazetesi böyle bir hassasiyete riâyet etmeyebilir. Zirâ sorumlu olduğu bir mercî yok (ilâhi sistemi kastediyorum). Ya siz neden haddinizi bilmez de, onların işlediği günahları gazetenizde çoğaltırsınız? “Kaç satır, o kadar kâr!” mı? Bu da ciddi bir ayıp.
Düzce Valiliği’nden yapılan açıklamada Zonguldak’ta da dolandırıcılık suçundan arandığı belirlenen Ergün, tutuklanarak cezaevine gönderildiği bildirilmişti.”
Doğru. Ama bir ilde dolandırıcılık suçundan aranmak, “dolandırıcı olmak” demek değildir ki. Hakkınızda ben de bir ihbarda bulunsam, ihbarımın içeriğine konu olan suçtan dolayı bulunamıyor-sanız eğer, aranırsı-nız. Sonradan durum aydınlanır. İnsanların suçları kanıtlanana dek (yargı sonrası) suçsuzlukları (beraat-i zimmet), ma’sumiyetleri esastır. Biraz ahlâk, arkadaşlar…
“Muhammed Fatih Ergün konuyla ilgili bilgi ve görüşlerine başvurmak istediğimizde ise bizi tehdit ederek “internet üzerinden 5 milyon kişiye ulaştığını, gerekirse legal ve illegal herşeye başvurabileceğini” iddia etti.”
Konuyla ilgili görüşlerime başvurmadınız. Aradınız, hakaret ettiniz. Konuşmak istedim, dinleme-diniz. Dav-ranışınız sanki, “bilgilenmek” değil de yapacağınız haberi “bana önceden haber vermek” gibi bir nitelik ta-şıyordu. Oysa buna gerek yoktu. Telefondaki gürültünüz esnasında (özellikle gürültü diyorum, konuşmayı bilmiyorsunuz) konuşabildiklerimden duyabildiklerinizin içeriğine zerre kadar önem vermediniz, yaptığınız haberde. Zirâ böyle bir hassasiyetiniz yoktu. Ben de “Böyle seviyesiz bir konuşmayı sürdürmek istemi-yorum” diyerek telefonu yüzünüze kapattım. Aranızda konuşulabilir bir insan olarak sadece Adem Alem-dar’ı gördüm. Ne ki o da müteakip aramalarımda telefona çıkmak istemedi. Hissetmiştim ki, açıklamalarım sonrasında kendini sorguluyordu. Çünkü konuşmamız esnasında, insafını tümden yitirmemiş birisi ki, “Bu açıklamalarınız sonrasında ne yapacağımı ben de bilmiyorum” türünde bir tavır sergiledi. Adının Ergün olduğunu söyleyen ve ısrarla benimle konuşmak isteyen “Öfkeli Adam” ise, tam bir bedevî idi, görgüden nasibi yoktu. Memleket Gazetesi’ndeki insanların (bir kısmının) “bedevî meşrepli” olduğunu daha önce bir dosttan öğrenmiş ve kendisine bu gibi durumlarda sabredilmesi gerektiğini öğütlemiştim. Ne ki, herhalde büyük konuştum. Karşılaştığım bu bedevî, hiç te kendisine sabredilebilecek gibi değildi. Daha sonra Gaze-teyi farklı bir kimlik beyânı ile aradığımda telefona çıkan sekreter hanımdan “Ergün Bey” diye birisinin olmadığını öğrendim. İncelediğim gazete jeneriğinde de böyle bir isim göremedim.
Aranızda hemen hemen 20 sene öncesinden beni tanıyan ve birlikte yiyip-içtiğimiz, nice zamanlar birlikte konakladığımız, aynı evi paylaştığımız insanlar var. Bazılarınızla da ortak tanıdıklarımız var; ve onlar bana bu habere malzeme olacak sözleri söyleyerek hainlik edecek insanlar değillerdir. Zira kendilerine karşı so-rumluluklarımın edâsı, iyilikle icâbet ve erdemli davranışlardan öte hiçbir olumsuz söz ve eylemim olma-mıştır. Nasıl bir insan olduğumu onlardan sorabilir; yalancılığı ile tescilli, iki yüzlü, hayatı boyunca bir mesleğe sahip olamadığı için insanların sırtından “kene gibi” geçinen menfaatçi tiplerin beyânlarından fırsat bulup başkalarının sözlerini de işitebilir, baz alabilirdiniz. Ama, amacınız üzüm yemek değildi. Tek hedef vardı: Gazeteye haber yapmak (bu arada da bizzat tanımıyor olmanıza rağmen “gıcık” olduğunuz birisini harcamak gayreti. “Gıcıklığınızın” gayr-ı ma’kul nedenlerinden bazılarını da sonradan öğreniyorum. Allah size hidayet etsin, eğer bunu hak ediyorsanız…)
Dinlemezken, müspet beyân sahiplerine de kulak vermezken, gönderdiğim elçiyi de umursamayıp keyfinize göre (tüm cesaretinizi topldıktan sonra) haber yapma gafletinde bulunurken, bir de haber metninde benim için “konuyla ilgili bilgi ve görüşlerine başvurmak istediğimizde” demeniz gerçeği yansıtmıyor, bu ifade de gazetede sırıtıyor. Sizin böyle bir derdiniz hiçbir zaman olmadı ki. Utanmadınız. Hiçbir etik kaygı taşımadınız. 5 kişi, 10 sayfa, 500 traj, 2 milyar TL para, bir anlaşmalı matbaa ile gazete çıkaran herkes kendisinde olağan üstü bir güç vehmediyor. Dili dönüp “Ben gazeteciyim” diyebilen herkes “Ben asarım-keserim-biçerim-dağıtırım” demek istediğini sanıyor. Ama Allah şahit ki, bu vehme konu olan güç sanısı, çocukların şişirdiği balondaki vizyondan öte bir şey değil. Ne diyeyim ki, size? Desem ne olacak ki? Rabbimizin de buyurduğu gibi, “Sağırlara işittiremem” ya!
Size kolay gelsin, bundan sonrası.
Dilerim, tekrar beni haber yapın. Bunu temenni ettiğim için de Basın veya Asliye Hukuk Mahkeme-lerine “muhtemel müteakip yayınları durdurma” amaçlı herhangi bir tedbir talebinde bulunmadım. Çünkü istiyorum, tekrar aynı veya benzer senaryoları üretip-işlemenizi. Yüreğiniz yeterse… Cesaretiniz varsa… Yüz renginizin hep şimdiki gibi kalmasını istiyorsanız (emin değilim, kızardığına ama)…
Bu ve benzeri müteakip gayretlerim bu dünyâ hayatında yapabildiklerim(den ibâret) olacak. Bundan ötesinde bir de “Büyük Buluşma Günü” var. İnanıyorsunuz, değil mi?
İyi niyet duyguları taşıdığınız çalışmalarınızda başarılar dilerken, bu duyguları taşımadığınız her yönelişinizde Rabbimizin (lâyıksanız) hidâyetinin üzerinize olmasını, (değilseniz ebedî lânetinin üze-rinizde dâim olmasını, kıyâmet gününde, mizâna ve huzura ağır günah yüklerinizle birlikte gelip, tüm hasenâtınızın yok olmasını ve ilâhi rahmetten tard olunmanızı) can u gönülden ve içtenlikle dilerim.
Dağıtım listesi, metnin tümünü onaylayan isim ve imzam ektedir (11. sayfa).
Dağıtım:
Yalan haber metninizle birlikte reddiye içerikli bu yazımı,
Birinci dereceden öncelikli olarak,
1. (Müşteki olduğunu söylediğiniz, ki haber sonrası bana hitapları hiç te öyle değil ama… Ney-se.) Cengiz Arslan’a,
2. (İleride var olduğunu öğrenirsem,) Cengiz Arslan’ın Avukatına,
3. Hakkınızda yapacağım “Suç Duyurusu” başvurum ve “İhtarnâme” metnimle birlikte İl Cumhuriyet Savcılığı’na dilekçe eklerim olarak,
4. (İleride ihtiyaç duyarsam) Asliye Hukuk Mahkemesi’ne (veya Basın Mahkemesine) tedbir kararı talebim için,
5. Konya İl Emniyet Müdürlüğü ve konuyla ilgili resmî birimlerin elektronik posta adreslerine,
İkinci dereceden öncelikli olarak,
6. Konya ve çevresindeki tüm bireysel Internet kullanıcılarına,
7. Konya ve çevresindeki tüm kurumsal Internet kullanıcılarına,
8. Konya ve çevresindeki tüm resmi kurumların e-posta adreslerine,
9. Konya ve çevresindeki tüm basın kuruluşlarının ve yazarların e-posta adreslerine,
10. Türkiye genelindeki tüm medya mensuplarının, yazarların ve yayıncıların e-posta adreslerine,
11. Gazetenizin jenerikte belirttiğiniz tüm temsilcilerine (ve belirtmedikleriniz varsa onları da tespit edebilirsem, onlara da…),
12. Gazetinizden bu haberi okuduğunu duyduğum herkese tek tek,
13. (Eğer bir yolla listenizi elde edebilirsem, bir ihtimal bunu başarabileceğimi sanıyorum), tüm abonelerinize (üşenmeden) tek tek,
yollayacak,
Üçüncü dereceden öncelikli olarak ta,
14. Tazminat talebimle ilgili olarak açacağım dava dilekçelerimin ekinde belge olarak kullanacağım.
02.01.2005
Muhammed Fatih Ergün _________________ Muhammed Fatih Ergün
www.mfe.name |
|
Başa dön |
|
|
www.turkiyespot.com ucuz hosting www.turkiyespot.com ucuz hosting
|
Tarih: Prş Hzr 26, 2008 8:40 pm Mesaj konusu: Advertisement Links |
|
|
www.turkiyespot.com iyi Hosting vps
vds radyo iyi reseller, kaliteli hosting, kaliteli host, kaliteli vps, iyi vps |
|
Başa dön |
|
|
|
|
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız
|
Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB Group Türkçe Çeviri: phpBB Turkey & Erdem Çorapçıoğlu
|